Hürrem | Konular | Kitaplar

Batılılaşmanın İç Dinamikleri

Osmanlıların emperyalizme dayanma süresinin Yeniçeriliğin kaldırılışıyla alakası var mı? Çünkü Ocak, Batılılaşmaya direnen bir kurumdu. 1838 İngiliz Ticaret Antlaşmasını liberal ekonomiye geçiş olarak adlandırabilir miyiz?
İşte tarihi bu kadar ilginç kılan da bu her adımında karşımıza çıkardığı cıvıltılı seslerdir. Evet, Yeniçeri Ocağı, reformlara engel olduğu ve sistemi kilitlediği için tasfiye edildi. Bunda yabancı parmağı da vardı, ama modern ve merkeziyetçi bir devlete giden yolda iç ıslahat ihtiyacı da vardı. Reformlara ve Batılılaşmaya engel oluyordu yeniçeri ocağı, doğru. Lakin söylediklerimizden Yeniçeri Ocağı ne pahasına olursa olsun ayakta kalmalıydı sonucunu çıkarmak da yanlış olur. Tepki olarak Yeniçerilik kaldırılmasaydı her şey güllük gülistanlık olurdu kanaatine kapılmamalıyız. Aksi halde kendimizi tarihteki aktörlerin bir kısmının yanında, öbürlerinin karşısında buluruz ki, bu anlamsız bir kavgaya sürükler bizi. Oysa yapmamız gereken, anlamaktır. Anlamak için de her iki tarafın da haklı ve haksız yönlerini bulup göstermek ve bir analizini yapmaktır. Şimdiye kadar Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışından 12 yıl sonra, 1838’de İngilizlerle imzalanan ticaret antlaşmasıyla ve bir yıl sonra ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla gelen sürecin dışarıdan dayatılan yönü üzerinde oyalanıp durduk hep. Oysa bu işin bir de iç dinamikleri vardı devrede. Doğan Avcıoğlu’nun izinden giden popüler anti-emperyalist tarihçiliğimiz, maalesef bu noktada tam bir aymazlık içindedir. Bizi hep etkilenen, maruz kalan, pasif ve Batı tarafından şekillendirilen bir plastik nesneymiş gibi ele almışlar, bizdeki değişim dinamiğinin içine başlarını uzatıp bakmak ihtiyacını duymamışlardır. Oysa dış etkiler kadar buna da bakmalı değil miydik bu toplumun aydınları olarak? En azından kendi güçlerimizi ve zaaflarımızı tanımak için bunu yapmalıydık. 1838 Ticaret Antlaşması üzerine Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler (Timaş, 2005) adlı kitabımda yaklaşık 15 sayfalık bir makale yazdım ve bu antlaşmanın iç dinamiğini uzmanların ağzından özetledim. Ayrıntıları oradan okuyabilirsiniz. Ama şu kadarını söyleyeyim: Bu antlaşmanın kötülüğü üzerinde o kadar durulmuştur ki, içinde biz yoğuzdur neredeyse. Şu kadar tezgah kapandı, İngilizlerle aramızdaki dış ticaret açığı şu kadardan şu kadara çıktı yaveleri her kitapta körü körüne tekrarlanır. Lakin ekonomik bir felaketin –tabii bir felaketse- dahi olumlu sonuçlara yol açabileceği hiç düşünülmez. Şimdi şimdi bazı araştırmacılar, bu antlaşmanın başlangıçta bazı sektörler üzerinde yıkıcı bir etki yaptığını ama diğer bazı sektörleri de geliştirdiğini, desteklediğini ve başlangıçta Osmanlı imalat sektörü üzerinde olumsuz bir tesir icra etmişken, 1850’lerden itibaren bu şoka karşı yeni alternatiflerin yine Osmanlı imalat sektörü tarafından bulunduğunu, dahası, tarımın ticarileşmesi yönünde yeni gelişmeleri tetiklediğini söylüyorlar. Nitekim 1860’lardan sonra Osmanlı imalat sektöründeki canlanma ve üretim düzeylerindeki ciddi artış, bunun en belirgin kanıtları. Aynı iddianın sahipleri bazı verileri de çarpıtmaktadırlar. Mesela İngiltere ile aramızda oluşan ticaret açığının, Osmanlı’nın Fransa ile yaptığı ticaretteki fazla ile dengelendiğini nedense kimse söylemiyor bize. Bir tek İngiltere’ye bakmak ve verilere böyle keyfi bir şekilde dans ettirmek, bizi böylesine şaşırtabiliyor, hatta aptallaştırabiliyor. Mesela 1850’lerden itibaren İngiltere’nin Osmanlı limanlarına yaptığı ihracat miktarında düşüşler başladığını ve bunun yüzyılın sonlarına doğru giderek arttığını biliyoruz. Bunun sebebi de, kapitalizmin Osmanlı limanlarında aradığı tatlı kârı bir türlü yakalayamaması ve kendisine Hindistan cephesinde daha tatlı kâr umutları keşfetmesidir. Şimdi eğer bu geniş perspektiften, yani küresel tarihin ışığında bakmazsanız hadiseye, ideolojik bir gözlüğe mahkûm olur, tarihini içinde kımıldayan hayatı, felaketlere direnen ruhu ve kendi çözümünü bulma ve üretme diriliğini de fark edemezsiniz. Böyle olunca da bütün bir tarih, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi hiçbir ilginçliği bulunmayan bir bataklığa döner, bu bataklık yavaş yavaş düşünme kapasitesinizi de içine alıp yutar. Ben bu bataklığı kurutmaya ve orada kımıldayan hayatı keşfetmeye adadım kendimi.