Hürrem | Konular | Kitaplar

II. Abdülhamid

II. Abdülhamid (Osmanlı Türkçesi: عبد الحميد ثانی `Abdü’l-Hamīd-i sânî- d. 21 Eylül [1] 1842 – ö. 10 Şubat 1918), Osmanlı İmparatorluğu'nun 34. padişahı ve 113. İslam halifesidir. Bunalımlı bir dönemde tahta çıkan Abdülhamid, Batı'ya karşı dengeci, Doğu'ya karşı İslamcı politikalar izlemiş, ülke içinde mutlakiyeti (monarşiyi) güçlendirmiştir.
Gençliği
Sultan Abdülmecid'in oğludur. Henüz 10 yaşındayken annesi Tirimüjgan Sultan ölünce, bakımını Abdülmecid'in diğer çocuksuz eşi Piristû Kadın Efendi üstlendi. Piristû Kadın Efendi, Abdülhamid'i kendi çocuğu gibi büyüttü. Babasının ölümünden sonra yerine geçen amcası Abdülaziz diğer şehzadelerle birlikte Abdülhamid'in eğitimiyle de yakından ilgilendi. 1867 yılında çıktığı Avrupa gezisine Abdülhamid'i de beraberinde götürdü.
Siyasi olaylar

Büyük imtiyaz madalyası.‎‎
Küçük imtiyaz madalyası.‎‎
Tahta çıkışı ve Birinci Meşrutiyet
Amcası Abdülaziz'in 1876'da tahttan indirilmesi ve şüpheli koşullarda ölümü, ağabeyi V. Murat'ın tahta geçirildikten üç ay sonra ruhsal çöküntü geçirdiği iddiasıyla [2] tahttan indirilerek Çırağan Sarayı'na hapsedilmesi olaylarına tanık oldu. 31 Ağustos 1876'da padişah ilan edildi ve 7 Eylül günü Eyüp'te kılıç kuşandı.[3] Ağabeyinin yerine tahta geçirildikten sonra, her iki saltanat değişiminin mimarı olan Mithat Paşa'yı sadrazam yaptı.
Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu büyük bir bunalım içindeydi. 1871'de Âli Paşa'nın ölümünden sonra saray ile Bâb-ı Âli arasındaki çekişme alevlenmiş, 1875'te devlet borçlarını ödeyemez hale düşerek Muharrem Kararnamesi ile moratoryum ilan etmiş, Rusya'nın başını çektiği Panslavizm akımının etkisiyle Balkanlar'da ulusal ayaklanmalar baş göstermişti. Yurt içinde meşrutiyet yanlısı görüşler güçleniyor, hatta padişahlığın tasfiyesiyle cumhuriyet ilânı fikri tartışmaya açılıyordu.
Abdülhamid, tahta geçmeden Mithat Paşa'ya verdiği taahhüt uyarınca 23 Aralık 1876'da, ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasî'yi ilan etti.[4]Meclis-i Mebusan ve Ayan Meclisi üyelerinden oluşan ilk meclis 19 Mart 1877'de açıldı. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başladı. Padişah ile meclisin ülkeyi birlikte yönetmesi ilkesine dayanan anayasayla yargı bağımsızlığı ve temel haklar güvence altına alınmasına rağmen egemenliğin esas kaynağı yine padişahtı.[5] Abdülhamid, Kanun-ı Esasî'nin 113. maddesiyle kendisine tanınan "idari sürgün yetkisi"ni kullanarak, daha meclis toplanmadan Mithat Paşa'yı sürgüne yolladı.
Balkanlarda karışıklıklar ve uluslararası ortam
II. Abdülhamid, Osmanlı Devleti'nin en bunalımlı günlerini yaşadığı bir dönemde 31 Ağustos 1876 tarihinde tahta çıktı. Abdülaziz döneminde (1861-1876) 1875 yılında başlamış olan Hersek İsyanı ve Bulgar İsyanları sürerken, V. Murad döneminde Sırbistan ve Karadağ ile savaşlar da Balkan topraklarını savaş alanına çevirmişti. Bu ayaklanmaları kışkırtan ve destekleyen Rusya Şark meselesini halletmek üzere fırsat kollamakta idi. Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında Rusya aralarında Osmanlı Devleti'nin de bulunduğu Batı ittifakına yenilmiş ve yalıtılmıştı. Rusya, dikkatini 1860'larda itibaren Kafkasya'daki son direnişi kırmaya (1863-1864) ve Orta Asya'daki Türk hanlıklarının topraklarının ele geçirilmesine (1866-1876) vermiş, aynı dönemde ise Birleşik Krallık ve Fransa'nın dikkati 1871'de Almanya'nın birleşmesi ve İtalya'nın birleşmesiyle Avrupa kıtasında oluşan yeni dengelere yönelmişti. Birleşik Krallık'ta Kırım Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ni destekleyen Palmerston (1855-1865) döneminin aksine Gladstone (1868-1874, 1880-1885 ve 1892-1894) Osmanlı karşıtı bir siyasi tutum içine girmiş, muhalefetteyken de özellikle Bulgar İsyanları'nın bastırılması sırasında Osmanlı Devleti'nin katliamlar yaptığı iddialarını gündeme taşımış [6]; bu da Macar devrimcilerinin Osmanlı Devleti'ne sığınmaları (1848) ve Kırım Savaşı (1853-1856) sırasındaki müttefiklik sayesinde Türklere yönelik olumlu bakış açısını tersine çevirmeye başlamıştı. Yine Abdülaziz’in son yıllarında Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’nın dış borçların ödenmesiyle ilgili moratoryum kararı (Tenzil-i faiz kararı)[7], Avrupa’da büyük tepkilere yol açmış ve bu yüzden Balkanlardaki ayaklanmaların bastırılması için yeni bir malî yardım alınması olanaksızlaştığı gibi, Avrupa kamuoyu da iyice Osmanlı Devleti aleyhine dönmüştü.
Sırbistan ve Karadağ ile savaş (1876-1878) ve Tersane Konferansı
Sırbistan 1815 yılında özerklik kazanmış, bu özerklik Ruslarla imzalanan Akkerman Antlaşması (1826) ve Edirne Antlaşması ile teyit edilmiş, 1835 yılında Sırbistan'ın ilk anayasası kabul edilmiş, 1867 yılında ise Batılı ülkelerin baskısıyla Türk birliklerinin Sırbistan'daki tüm kalelerden çekilmesi üzerine Sırbistan görünüşte özerk, ancak fiilen bağımsız bir yapıya kavuşmuştu. Karadağ ise İşkodra'ya bağlı bir sancak olmakla birlikte, Osmanlı egemenliği için askeri harekat yapılmasına gerek görülmeyen çorak bölgede vladika adlı yöneticiler kısmi bir özerklik yaşamakta olup, 1852 yılında Rusların da desteğiyle Karadağ Prensliği adıyla bu özerkliğini resmiyete kavuşturmayı başarmışlardı. 1858 ve 1862 yıllarındaki Osmanlı-Karadağ savaşlarının sonucunda imzalanan belgelerde Karadağ'ın sınırları da belirlenmişti. Sırbistan ile savaş başlangıçta Osmanlı ordularının başarısıyla sonuçlandı. Sırpların Niş, Pirot ve Sofya hedeflerine yönelik olarak başlattıkları taarruzları durduran Türk birlikleri karşı taarruza geçti ve 1 Eylül 1876 tarihinde Aleksinaç Muharebesi'nde Sırpları kesin bir yenilgiye uğrattı. Ekim ayında Sırpların savunmasının tamamen çökmesi ve Osmanlı ordusuna Belgrad yolunun açılması üzerine Rusya 48 saat içinde silahlı çatışmaların durdurulması hususunda Osmanlı Devleti'ne ültimatom verdi. Rus baskısına boyun eğmek zorunda kalan Osmanlı Devleti ateşkes yaptı. 15 Ocak 1877 tarihi itibarıyla Sırbistan ile savaşın ilk evresi kesin olarak sona erdi. Karadağ ile 18 Haziran 1876 tarihinde başlamış olan savaşta ise Osmanlı ordusu başarısız oldu. 18 Temmuz'da Niksiç Muharebesi'nde yenilgiye uğrayan Osmanlı ordusu geri çekilmek zorunda kaldı.
Balkanlarda ortaya çıkan buhranı çözüme kavuşturmak amacıyla ve Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki eyaletlerinin yönetim koşullarını düzenlemek üzere Avrupa ülkelerinin baskısı sonucu İstanbul'daki Haliç Tersanelerinde 23 Aralık 1876 tarihinde Tersane Konferansı toplandı. Aynı gün Meşrutiyet ilan edildiyse de bunun Batılı ülkelerin kararı üzerinde bir etkisi olmadı. Nitekim bu konferansta, Sırbistan ve Karadağ için bağımsızlık, Bulgaristan ve Bosna-Hersek içinse özerklik kararı alındı. Osmanlı Devleti 18 Ocak 1877 tarihinde bu kararları reddedince Rusya 24 Nisan 1877 tarihinde savaş açtı.
Ruslarla savaşın çıkması üzerine hem Sırbistan hem de Karadağ ile muharebeler de yeniden başladı. Osmanlıların neredeyse tüm birliklerini Ruslarla savaşa teksif ettikleri bir dönemde Sırbistan ve Karadağ'daki az sayıdaki birlikle savunmada kaldılar ve yenilgilere uğradılar. Sırplar 1878 yılında Niş, Pirot ve Vranje'yi ele geçirirken Karadağlılar da Nikşiç, Podgorica, Bar ve Ülgün'ü işgal ederek Adriyatik Denizi'ne çıktılar. Osmanlı Devleti 1878 yılında imzalanan Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Antlaşması ile Karadağ ve Sırbistan'ın bağımsızlıklarını tanıdığı gibi, kaybettiği toprakların bu iki ülkeye ait olduğunu kabul etti.
Savaş neticesinde imzalanan Berlin Antlaşmasına göre Karadağ bağımsız olmuştur. 1879'dan itibaren Karadağla diplomatik ilişkilerin de başladığı bu dönemde ilişkilerde önemli bir mesafe katedilmiştir. Balkan Savaşlarına kadar küçük sınır çatışmaları haricinde Osmanlı Karadağ ilişkilerinde savaşsız bir dönem geçirilmiştir.[8]
1877-78 Türk-Rus Savaşı (93 Harbi
Rusya'nın Balkanlar'da ıslahat için verdiği tekliflerin 12 Nisan 1877'de İbrahim Ethem Paşa hükumeti tarafından reddedilmesi üzerine 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı patlak verdi. Abdülhamid'in karşı olmasına rağmen[9] Mithat Paşa, Damat Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen savaşta Rus orduları Balkan ve Kafkas cephelerinde Osmanlı kuvvetlerini bir dizi yenilgiye uğratarak doğuda Erzurum'u, batıda ise Bulgaristan'ın tamamı ile Trakya'nın İstanbul surlarına kadarki kısmını işgal ettiler. Meclis-i Mebusan'da hükümetin savaş politikalarına yöneltilen ağır eleştiriler üzerine Abdülhamid, meclisi 18 Şubat 1878'de tatil etti. Takip eden 30 yıl boyunca meclisi bir daha toplantıya çağırmadı ve bu süre zarfında meşrutiyet anayasası olan Kanun-ı Esasî'yi kâğıt üzerinde de olsa muhafaza ederek, aldığı kararları yine bu anayasaya göre yürürlüğe koydu.
93 Harbi, 3 Mart 1878'de İstanbul surları dışındaki Ayastefanos'ta karargah kuran Rus kuvvetlerinin dikte ettiği Ayastefanos Antlaşması ile sona erdi. Anlaşmaya göre; Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı, sınırları Tuna'dan Ege'ye, Trakya'dan Arnavutluk'a uzanacak bağımsız bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Bosna-Hersek'e iç işlerinde bağımsızlık verilecek, Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek, Kars, Ardahan, Batum ve Doğubayazıt Rusya'ya verilecek, Teselya Yunanistan'a bırakılacak, Girit ve Ermenistan'da ıslahat yapılacak, Osmanlı İmparatorluğu Rusya'ya 30 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti. Oldukça ağır şartlar içeren bu antlaşmaya, Rusya'nın aşırı derecede güçlenmesinden kaygı duyan diğer Avrupa devletleri karşı çıktılar. 13 Temmuz 1878'de Ayastefanos Antlaşması'nın yerine geçen Berlin Antlaşması imzalandı. Yeni antlaşmayla Rusya'nın toprak kazanımları geri alındıysa da, Romanya ve Karadağ'a bağımsızlık verilirken, Bulgaristan'da Almanya ve Avusturya-Macaristan himayesinde özerk bir prenslik oluşturuldu.
Bosna Hersek ve Yenipazar'ın Avusturya tarafından işgali (1878)
Avrupalı devletlerin katılımıyla 13 Temmuz 1878'de Berlin'de bir toplantı düzenlenmiş, toplantıya katılan Avusturya-Macaristan delegesi Kont Andrassy Osmanlı Devleti'nin egemenliği altındaki Bosna-Hersek'te asayişi sağlayamadığını ve bu durumun kendilerini rahatsız ettiğini söylemiş, bunun üzerine Birleşik Krallık delegesi Lord Salisbury Bosna-Hersek'in Avusturya tarafından işgalini önermiştir. Tekli Rusya delegesi tarafından da kabul görünce Osmanlı delegesi Alexandır Karatodori Paşa teklife şiddetle karşı çıkmış ancak Prens Bismarck kongrenin yapılmasının amacının Osmanlı'nın menfaatlerini savunmak değil, Avrupa'nın menfaatlerini korumak olduğunu söylemiştir. Aynı toplantının ardından Avusturya-Macaristan'in Bosna işgaline izin verilmiş, Yenipazar Osmanlı'ya bırakılmıştır. Bu kararın ardından Osmanlı birebir Avusturya—Macaristan ile müzakerelere girse de Avusturya-Macaristan'nı işgal kararından geri çevirememiş, 29 Temmuz'da başlayan işgal yoğun Boşnak direnişi sonrası ancak 28 Ekim 1878'de tamamlanmıştır.
Kıbrıs'ın Birleşik Krallık'a bırakılması (1878)
19. yüzyıl başlarında İngilizler arasında Kıbrıs'ı ele geçirmeye yönelik düşünceler belirmişti.[10] Birleşik Krallık'taki hükümet tarafından Osmanlı'daki elçi Henry Layard'a gonderilen 1878'deki bir telgrafta Kıbrıs'ın Osmanlı'dan istenmesinin nedenleri anlatılıyordu.[10] "Osmanlı Hükümeti çaresizlik içindedir. Bunlar çöküşün açık delilleridir" ifadesinin yer aldığı telgrafta Birleşik Krallık, Rusya karşısında Osmanlı'yı savunabileceğini belirterek askeri ve stratejik gerekçelerle Kıbrıs'ı istiyordu.[10]
Mayıs 1878'de Osmanlı Devleti'ne resmen başvurmuş olan Birleşik Krallık, Kıbrıs'ın kendilerine verilmesi için bir anlaşma yapılmasını istedi.[10] Osmanlı Dışişleri Bakanı Saffet Paşa, Birleşik Krallık'ın isteklerini yumuşatmak istediyse de İngiliz elçi gerekirse Kıbrıs'ı zorla işgal edebileceklerini söyleyerek Osmanlı'yı tehdit etti.[10] Bu tehditin ardından anlaşmanın en geç 3 Haziran 1878 akşamına kadar yapılması için Osmanlı'ya yönelik baskı arttırıldı. Baskılar neticesinde Osmanlı anlaşmayı kabul etti.[10] Osmanlı Devleti ile Birleşik Krallık arasında Kıbrıs'ın yönetiminde değişiklik yapılmasını öngören anlaşma 4 Haziran 1878'de imzalandı.[10] 7 Temmuz 1878'de de İngilizlerin Kıbrıs'a asker çıkarmalarına izin veren buyruk çıkarıldı.[10] Böylece 12 Temmuz 1878'de Kıbrıs'a asker çıkaran İngilizler, Kıbrıs'taki Osmanlı bayrağını indirip, yerine kendi bayraklarını çektiler. Türk bayrağının indirilmesi üzerine "yaşasın İngiltere" diye bağıran Rumlar memnuniyetlerini belirttiler.[11] Böylelikle her ne kadar "geçici" olacağı söylense de Kıbrıs tamamen İngilizlere bırakılmış oldu.[12]
Birleşik Krallık Kıbrıs Yüksek Komiserliği Bayrağı
Birleşik Krallık'ın Asya'daki en önemli rakibi olan Rusya İmparatorluğu'nun, 93 Harbi neticesinde imzalanan Ayastefanos Antlaşması ile Osmanlı üzerinde elde ettiği haklar, iki büyük güç arasındaki dengeyi bozacak nitelikteydi. Birleşik Krallık bölgede rakibi Rusya'nın Ayastefanos Antlaşması ile elde ettiği etkinliği azaltmak üzere siyasî ve askerî girişimlerde bulunmaya başlamıştır. Bu girişimlerin sonucunda Ayastefanos Antlaşmasının tadili maksadıyla uluslararası bir kongrenin; Berlin Kongresinin toplanmasına karar verilmiş, Yeşilköy'e kadar ilerlemiş olan Rus kuvvetleri, Birleşik Krallık Hükûmeti çıkarları açısından tehdit olmuştur. Rusların Anadolu içlerine doğudan da saldırması ihtimalini gündeme getiren Birleşik Krallık; Kars, Ardahan ve Batum’u işgal eden Rusların, Anadolu'daki gayrimüslimleri ve Suriye-Irak bölgesindeki ahaliyi Osmanlı Devletine karşı kışkırtabileceğini iddia etmiş. Böyle bir durumun Osmanlı Devleti'nin sonu olacağını Birleşik Krallık Hükûmeti Osmanlı Devletine tebliğle bildirmiştir. Bu durum karşısında çözümün Türk-İngiliz ittifakı olduğunu iddia eden İngilizler, bunun karşılığında Osmanlı Hükûmetinden iki talepte bulunmuş. Buna karşılık İngilizler Osmanlı'dan iki talepte bulunmuş, ilk talebi Asya'da bulunan Hıristiyan ve sair tebaanın hâlini ıslah için Osmanlının teminat vermesini, bir ikinci talep ise Birleşik Krallık'ın Rusları işgal ettikleri yerlerden çıkarmak ve Osmanlı topraklarını tecavüzden korumak taahhüdünü yerine getirebilmesi amacıyla Birleşik Krallık'a, Suriye veya Anadolu sahillerine yakın bir yerin verilmesidir.
1878'de Kıbrıs'a İngiliz bayrağının çekilmesi
Kıbrıs'ın Osmanlı Devletine ait olacağını, vermekte olduğu vergiyi Osmanlı Hazinesine ödemeye devam edeceği, sadece askerî ve stratejik mülahazalarla Birleşik Krallıktarafından kullanılacağı o dönem Birleşik Krallık'ın Osmanlı Hükûmetine verdiği tebliğde belirtmiştir. Rusların işgal ettikleri yerlerden çekildikleri vakit Birleşik Krallık'ın da Kıbrıs'tan çekileceği taahhüt edilmiştir. Tebliği Padişah II. Abdülhamid'e ileten İngiliz elçisi dönemin Hariciye Nazırı'nın itirazı üzerine, "Eğer Osmanlı Hükûmeti bu antlaşmayı kabul etmezse kongrede (Berlin Kongresi) barış şartlarını değiştirmeye İngiliz murahhısları çalışmayacak ve İngiliz Devleti donanması kuvvetiyle cebren Kıbrıs'ı işgal edecektir" diyerek açık bir tehditte bulunmuş, bu durum üzerine Padişah II. Abdülhamit, "Hukuku şahaneme asla halel gelmemek şartı ile muahedenameyi tasdik ederim" notunu metne yazarak, muahedeyi tasdik etmiştir. Bu durum tahlil edilirken, Rus kuvvetlerinin Yeşilköy'e kadar geldikleri ve ani bir baskınla İstanbul'un tamamını ele geçirebilme ihtimalleri göz ardı edilemeyeceği düşünülmüştür. Ancak durum Osmanlı Devleti'nin I.Dünya Savaşı'na girmesiyle değişti. Savaşın başlamasını müteakip 5 Kasım 1914 günü, Birleşik Krallık Bakanlar Kurulu hem Osmanlı Devletine resmen savaş ilânı hem de Kıbrıs'ı ilhak kararı almıştır.
Kabine toplantısında alınan kararda Osmanlı Devleti ile Birleşik Krallık arasında başlayan savaş nedeniyle 1878 Berlin Antlaşması'nın geçerliliği kalmadığı belirtilmiş ve "Yukarıda belirtilen tarihten itibaren Kıbrıs adası ilhak edilecek ve Majestelerinin mülkünün bir parçası haline gelecektir. Bu kararnâme, 1914 Kabinesinin Kıbrıs'ı ilhak kararı adını taşıyacaktır." denilmiştir. Bu karar tek taraflı idi, 1878 Berlin Antlaşması'na ve uluslararası hukuka aykırı, yasa dışı bir karardı. 1914 ilhakı ile beliren bu yeni durum karşısında İngiliz uyruğu (tebaası) olmak istemeyen bir kısım Türk, Kıbrıs'tan ayrılarak Türkiye'ye göç etmiştir. Böylece 1878'de başlayan nüfus dengesindeki bozulma 1914'te daha büyük göçlerle devam etmiştir.
Tunus'un Fransa tarafından işgali (1881)
Fransa, Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu bunalımdan yararlanıp, bazı sınır olaylarını da gerekçe göstererek Tunus konusunda harekete geçti.[13] Fransız birlikleri 1881 yılının başlarında Tunus'a girdi. 12 Mayıs 1881 tarihinde Tunus beyi ile Bardo Antlaşması'nı imzalayan Fransa, Tunus'u kendi himayesine aldığını duyurdu.[14] II. Abdülhamid'in tutuklatmak istediği Midhat Paşa ise Bardo Antlaşması'nın imzalanmasından beş gün sonra İzmir'deki Fransız Konsolosluğu'na sığındı. II. Abdülhamid de Midhat Paşa'nın teslim edilmesini istedi. II. Abdülhamid'in bu isteğine karşı gelmek Fransa'nın Tunus'a elkoyma politikasını sekteye uğratabileceği ve geçiktirebileceği için Fransa, Midhat Pasa'yı teslim etmeye karar verdi.[13] Böylece Midhat Paşa Osmanlı Hükümeti'ne teslim oldu. Fransa'nın Midhat Paşa'yı çabuk teslim etmesi, Tunus sorununda II. Abdülhamid'in yumuşamasını sağladı.[13] II. Abdülhamid'in politikasındaki bu değişiklik, Tunus sorununun Fransa'nın çıkarına göre gelişmesini hızlandırmış ve Tunus'un Osmanlı'nın elinden çıkmasını kolaylaştırmıştı.[13] 8 Haziran 1883'te Mersâ Antlaşması imzalanınca Tunus, Fransa'nın resmen idaresine girdi.[14] Böylelikle Osmanlı Devleti de Tunus gibi çoğunlukla Müslümanların yaşadığı bir toprak parçasını daha kaybetmiş oldu.[13]
Düyun-u Umumiye'nin kurulması (1881)
Dış borçların içinden çıkılmaz bir hale gelmesi, 1881 yılında Düyun-u Umumiye'nin kurulmasına yol açtı.[15] Düyun-u Umumiye Osmanlı'nın en büyük iki alacaklısı olan Fransa ve İngiltere tarafından kontrol ediliyordu. Osmanlı Devleti'nin neredeyse tüm maliyesini yönetecek duruma gelen Düyun-u Umumiye'nin yönetiminde İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya-Macaristan temsilcileri yer alıyordu.[16][17] Bazı vergilerin toplanma yetkisi Düyun-u Umumiye'ye bırakıldı.[17] Böylelikle Osmanlı Devleti iktisadi bağımsızlığını kaybetti.[18] Düyun-u Umumiye idaresinin kurulmasıyla beraber başlangıçta Osmanlı Devleti'nin borçlarının önemli bir bölümü silindiyse de 1881'den 1908 yılına kadar 12 borç sözleşmesi imzalandığı için dış borçlanma sürdü.[19]
Yunanistan'ın Teselya'yı ilhakı (1881)

Mısır'ın Birleşik Krallık tarafından işgali (1882)
Mısır'da bazı çevreler yabancı müdahalesine karşı oldukça tepkiliydi.[20] Gelişen bazı olaylar üzerine İsmail Paşa Mısırlılardan oluşan bir hükümet kurdu ancak İngiltere ve Fransa'nın baskısı üzerine II. Abdülhamid tarafından görevden alındı.[20] Mısırlılar Urâbî Paşa etrafında toplanarak ayaklanınca İngiltere de İskenderiye'yi topa tuttu. 13 Eylül 1882'de Urâbî Paşa yandaşları ile İngiliz ordusu Tellülkebîr'de karşı karşıya geldi.[20] Çarpışma neticesinde İngiltere Mısır'ı fiilen işgal etmiş oldu. Osmanlı devleti böylece önemli bir toprak parçasını kaybetti.[21]
Somali'nin Birleşik Krallık tarafından işgali (1884)
1870'lerin ortasında Mısır Hidivi İsmail Paşa, Kuzey Somali'nin kıyı bölgelerini ele geçirdi.[22] Her ne kadar Kuzey Somali taraflarında denetimi eline aldıysa da tam olarak bölgeye hakim olamadı. Bu bölge 1884'ten itibaren İngilizlerin eline geçti.
Habeş Eyaletinin İtalya tarafından işgali (1885)
Şarki Rumeli'nin Bulgaristan tarafından ilhakı (1885Makedonya'da tedhiş hareketleri
Ermeni isyanları (1891-1895)

Berlin Antlaşması, Doğu Anadolu'daki Ermenilerin Rus himayesine yönelmelerine engel olmak amacıyla, Osmanlı İmparatorluğu'ndan bu bölgedeki Ermenilerin durumunu düzeltmeye yönelik bir dizi reform yapmasını talep etti. Abdülhamid yönetiminin bu reformları ertelemesi ve bölgedeki Kürt aşiretlerini muhtemel bir Ermeni isyanına karşı silahlandırma yoluna gitmesi üzerine Ermeniler arasında devrimci ve milliyetçi örgütler güç kazandı. 1887'de Maraş'a bağlı Zeytun'da, 1891'de ise Siirt'e yakın Sason'da Ermeni devrimci örgütlerince desteklenen direniş hareketleri başlatıldı. 1895'te bu olayların ülke çapında bir ihtilale dönüşmesi olasılığının doğması ve İstanbul'da Ermeni örgütlerinin Kumkapı'da Batı kamuoyunu etkilemeye yönelik bir ayaklanma düzenlemesi üzerine Kâmil Paşa hükümeti tarafından Anadolu'da Ermeni topluluklarına yönelik sert bastırma tedbirleri alındı. IV. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa, Ermeni isyanını bastırmakla görevlendirildi. Doğuda Kürt aşiret reisleri Hamidiye Alayları adı altında düzensiz milis birliklerinde örgütlendi. 1895 yazında tüm Anadolu taşrasında gerçekleşen kanlı olaylar Batı kamuoyunda genellikle Hamidiye katliamları olarak adlandırıldı ve liberal Avrupa basınında Abdülhamid aleyhine şiddetli bir kampanya başlatılmasına sebep oldu.
Çarşafın yasaklanması (1892)
2 Nisan 1892 tarihinde, belden bağlanmış siyah çarşaf giyen Müslüman kadınların örtünmemiş denecek halde açık-saçık bulundukları ve matem tutan Hristiyanlara benzedikleri ve güvenlik bakımından da sorun yaratacağı gerekçeleriyle II. Abdülhamid tarafından kadınların çarşaf giymesi yasaklandı.[23][24]
Yunanistan ile savaş (1897)
Ana Madde: Osmanlı-Yunan Savaşı (1897)
Girit'e özerklik verilmesi (1898)
Kuveyt'in özerklik kazanması (1899)
Kuveyt Emirliği, Osmanlı'ya bağlı olmakla beraber idarede bağımsız sayılabilecek bir durumdaydı. Vergi vermeyen Kuveyt'te Osmanlı Devleti tarafından atanan bir kadı bulunurdu. Kuveyt Emiri Mübarek el-Sabah 23 Ocak 1899 tarihinde İngilizlerle gizli bir anlaşma imzaladı.[25][26] Bu anlaşmaya göre Kuveyt, İngiliz hükümetinin izni olmaksızın hiçbir ülkenin siyasi temsilcisini kabul etmeyecek, topraklarından herhangi bir parçayı İngiltere'den başka bir devlete terk etmeyecek veya kiralamayacaktı.[27] Bunun karşılığında ise çeşitli yardımlar ve silah alacaktı. Bu anlaşmayı kabullenemeyen Osmanlı ise, İngilizlerle anlaşan Kuveyt Emiri'ne karşı rakibini destekledi. Almanların etkisiyle II. Abdülhamid, İbnürreşid'ün Kuveyt'e saldırmasını emretti.[28] II. Abdülhamid'i bu işe yönlendiren Alman İmparatoru, bu defa II. Abdülhamid'e başvurarak askeri birliklerini geri çekmesini istedi.[28] Bu olaydan sonra Kuveyt'teki İngiliz nüfuzu dokunulmazlık kazanmış kadar oldu.[28]
Theodor Herzl ile görüşmesi
Yahudilerin Filistin'e yerleştirilmesini amaçlayan siyonist lider Theodor Herzl, 17 Mayıs 1901 tarihinde II. Abdülhamid ile görüştü.[29] Bu görüşmede Herzl'e bir Mecidiye nişanı verildi.[30] II. Abdülhamid ile görüşmesinden sonra konu hakkında Daily Mail gazetesine konuşan Herzl, görüşmeden duyduğu memnuniyeti vurgulayıp Yahudilerin II. Abdülhamid'den daha iyi bir dostu ve seveni olmadığını ifade etti.[29] II. Abdülhamid belirli bir yerde toplu halde olmamak koşuluyla Yahudilerin Osmanlı topraklarına gelmelerini kabul etti ancak Filistin'e yerleşim konusunda bir adım atmadı.[31] Herzl'in asıl isteği ise Yahudilerin doğrudan Filistin'e yerleşmesini sağlamak idi.[29] Bunun karşılığında da Osmanlı borçlarının önemli bir kısmını ödeyecekti. II. Abdülhamid Yahudilerin dağınık bir şekilde Mezopotamya'ya yerleşmelerini önerdi ancak bu öneri Herzl tarafından kabul edilmedi. Çünkü Herzl ilave yerleşim yeri olarak Filistin, Hayfa ve çevresini istemekteydi.[29] Konu hakkında Osmanlı Arşivleri'nde bulunan belgeler, II. Abdülhamid'in Herzl'i huzurundan kovmadığını ve Padişahın Yahudilerin yerleşimi için Mezopotamya'yı önerdiğini göstermektedir.[31]
Yemen İsyanı (1905)
İkinci Meşrutiyet (1908)
Ana madde: İkinci Meşrutiyet
Bulgaristan'ın bağımsızlığını ilan etmesi (1908)
Avusturya'nın Bosna-Hersek'i ilhak etmesi (1908)
Ana madde: Bosna Bunalımı

1908'de Bosna-Hersek'in Avusturya-Macaristan tarafından ilhak edilmesiyle patlak veren I. Dünya Savaşı'na kadar giden süreçte II. Meşrutiyet nedeniyle Osmanlı yönetimi etkisiz kalmış, Avusturya'nın Bosna-Hersek'i ilhak ettiği gün, karışıklıktan yararlanan Bulgaristan tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etti. Osmanlı Devleti ise, hukuken olmasa bile fillen bu oldu bittiği kabullenmek zorunda kaldı.

Girit'in Yunanistan'a katılma kararı (1908)
Tedbirler
II. Abdülhamid Meclis'i kapatarak yönetimi kendi eline aldıktan sonra Osmanlı tarihinde ilk defa geniş kapsamlı bir polis ve istihbarat örgütü kurdu. 1880 yılında Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurdu.[32] Çok sayıda hafiyeden oluşan bu örgütün amacı Abdülhamid'in siyasi rakipleri hakkında bilgi toplamak ve Abdülhamid'e karşı hazırlanan darbe veya ayaklanma girişimlerini önlemekti. Hafiyeler sadece kendi başlarına bilgi toplamakla kalmıyor, halk arasında çok sayıda kişiye maaş bağlayarak geniş bir istihbarat ağı oluşturuyorlardı. Jurnalci adı verilen bu kişiler Abdülhamid yönetimine karşı olabilecek faaliyetleri bildiriyorlar, böylece her türlü hareketin önü önceden kesilmiş oluyordu.[33]
• Abdülhamid'in dönemi bazı uzmanlarca Osmanlı Devleti'nin ömrünü 30-40 yıl daha uzatmış olduğu ileri sürülmüştür:
• Düvel-i Muazzama'nın bu meclisin açılmasını demokrasi ve insan hakları için değil, kendi adamları olan milletvekilleri eliyle iç idareye daha rahat karışabilmek için istediği öne sürülmüştür.[kaynak belirtilmeli]
• İcrayı baskı altında tutan bir meclis vardı.[kaynak belirtilmeli]
• Azınlık milletvekilleri, her bir grup arkasına bir Avrupa Devletini alarak, üyesi olduğu bağımsız devletler kararı çıkarmak için uğraşmaktaydılar. Girit, Teselya ve Yanya'nın Yunanistan'a bırakılması gerektiğini ifade eden vekiller çıkmıştır.[kaynak belirtilmeli]
II. Abdülhamid, 13 Şubat 1878'de Meclisi tatil etti. Durumdan rahatsız olan Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı, V. Murat'ı Padişah, Mithat Paşa'yı sadrazam başbakan yapmak için Genç Osmanlılardan Ali Suavi'yi tahrik ederek tarihe Çırağan Baskını olarak geçen başarısız darbeyi yaşattı. 23 ihtilalcinin ölümü ile sonuçlanan bu sonuçsuz darbe, II. Abdülhamid'in hafiye denilen gizli teşkilatını kurarak daha sıkı idareyi ele almasına mecbur etti.[kaynak belirtilmeli]

İkinci Meşrutiyet
Ana madde: İkinci Meşrutiyet

Abdülhamid’in örfi yönetimine karşı muhalefet de giderek güçlendi. 1889'da İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. 1908'de İttihat ve Terakki yanlısı bazı subaylar Manastır ve Selanik kentlerinde ayaklandılar. Bu baskıların üzerine, Abdülhamid 24 Temmuz 1908'de anayasayı yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı ve II. Meşrutiyet ilan edildi. Yapılan seçimlerle oluşturulan yeni meclis 17 Aralık 1908'de açıldı. Ancak artan huzursuzluklar ve İttihat ve Terakki karşıtlarının baskıları sonucunda, 13 Nisan 1909'da İstanbul’da ayaklanma çıktı. Rumi takvimle 31 Mart günü patlak verdiği için bu ayaklanma 31 Mart Olayı olarak bilinir. Selanik'te kurulan Hareket Ordusu 23-24 Nisan gecesi İstanbul'a girerek ayaklanmayı bastırdı.
İkinci Meşrutiyet dönemi ağırlıklı olarak İttihat ve Terakki hükumetlerinin yönetiminde geçti. Devlet yönetiminde İttihat önderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa etkili oldular. Bu dönemde Osmanlı Devleti, Trablusgarp, I. ve II. Balkan Savaşları ve I. Dünya savaşlarına girdi. I. Dünya Savaşı'nın hemen ardından VI. Mehmet, İtilaf Devletleri’nin baskısıyla 21 Aralık 1918'de parlamentoyu kapattı.
31 Mart Ayaklanması ve Tahttan İndirilişi
Ana madde: 31 Mart Ayaklanması
12 Nisan'ı 13 Nisan'a bağlayan gece, Taksim Kışlası'ndaki Avcı Taburu'na bağlı askerler subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Heyet-i Mebusan'ın önünde toplandılar ve ülkenin şeriata göre yönetilmesini istediler. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti ayaklanmacılarla uzlaşma yolunu seçti ve hükumet üyeleri tek tek istifa etti.
Ayaklanma Heyet-i Mebusan üzerinde de etkili oldu. O gün İttihat ve Terakki üyesi mebuslar, can güvenlikleri olmadığı için meclise gitmediler. Bazıları İstanbul'dan uzaklaşırken, bazıları da kent içinde gizlendi. Bu arada ayaklanmacılar İttihatçı subaylarla mebusları buldukları yerde öldürüyorlardı. Hükümetin ve meclisin etkisiz kalmasıyla, II. Abdülhamid yeniden duruma egemen oldu. Ayaklanmayı başlatan muhalefet ise, herhangi bir programdan yoksun olduğundan önderliği elde edemedi.
İttihat ve Terakki asıl güç merkezi olan Selanik'teki 3. Ordu'yu harekete geçirdi. Böylece ayaklanmayı bastırmak üzere Hareket Ordusu kuruldu.Ayaklanmacılar 23 Nisan'ı 24 Nisan'a bağlayan gece İstanbul'a girmeye başlayan Hareket Ordusu'na başarısız bir direniş çabasından sonra teslim oldular. Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan da bir gece önce Yeşilköy'de toplanarak Hareket Ordusu'nun girişiminin meşruluğunu onaylamışlardı.
Ayaklanmanın bastırılmasından sonra sıkıyönetim ilan edildi ve ayaklanmacıların önderleri divanıharpte yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldılar. Muhalefet hareketi önemli kayıplara uğradı. Ama en önemli gelişme, Meclis-i Umumi Milli adı altında birlikte toplanan Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan'ın 27 Nisan'da II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesini, yerine V. Mehmed'in geçirilmesini kararlaştırmasıydı. Ayrıca II. Abdülhamid'in İstanbul'da kalması da sakıncalı bulunarak Selanik'te oturması uygun görüldü. Divanıharp II. Abdülhamid'i yargılamak istediyse de, yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti bunu kabul etmedi.
3 yıl Selanik'teki Alatini Köşkü'nde ev hapsinde tutulduktan sonra 1912'de İstanbul'daki Beylerbeyi Sarayı'na getirildi. 10 Şubat 1918'de İstanbul'da vefat etti. Mezarı, büyük babası için Divanyolu'nda yaptırılmış Sultan II. Mahmut Türbesi'nde bulunmaktadır.
Şahsiyeti

Fiziksel görünümü ve kişiliği
Sultan Abdülhamid uzunca boylu, esmerce tenli, uzunca burunlu, ela gözlü, hafif kıvırcık sakallı idi. Zeka ve hafızasının güçlü olduğu, açık bir tarzda konuştuğu, kendisine anlatılanları uzun müddet sabırla dinlediği söylenen,[34] Sultan Abdülhamid oldukça dindar bir insandı. Kızı Ayşe Sultan babasının dindarlığını şöyle anlatmıştır:
“ Babam doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslümandan başka biri değildir. Beş vakit namazını kılar, Kur'ân-ı Kerîm okurdu. Daima camilere devam ettiğini, Ramazanlarda Süleymaniye Camii'nde namaz kıldığını, o zamanlar camide açılan sergilerden alışveriş ettiğini hikâye tarzında anlatırdı. Babam herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın husus'i bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedi okunurdu. Babamın bir sözü vardı: "Din ve fen" derdi. "Bu ikisine de itikat etmek caiz" olduğunu söylerdi.[35]


Günde muntazam 15-16 saat çalıştığı söylenmektedir. Çalışma saatleri dışında hobi olarak marangozlukla uğraştı. Gençliğinde binicilik, yüzme, atıcılık, güreş gibi sporlar yaptı. Tiyatro ve operaya ilgi duyardı. Yıldız Sarayı'nda yaptırdığı tiyatroda çeşitli oyun ve operaları hususi olarak getirtir ve ailesiyle birlikte seyrederdi.
Kitap koleksiyonu
Abdülhamid matbaa ve yayın işlerine çok meraklıydı. Modern matbaa makinelerini Türkiye'ye getirtip kaliteli divan eserleri bastırdı. Mesela Cem Sultan Divanı'nı bastırıp bazı nüshalarını Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı'na, Almanya'ya ve Amerika'ya gönderten Sultan Abdülhamid dedektif romanlarına ve seyahatnamelere çok meraklı bir padişahtı. Abdülhamid'in iki ile beş bin adet arasında olduğu rivayet edilen bir polisiye roman koleksiyonu vardı ve bunların birçoğu Yıldız yağması sırasında ortadan kayboldu. Sherlock Holmes'un bütün maceralarını eksiksiz olarak Osmanlıcaya tercüme ettirmişti.[36]
Sultan Abdülhamid Yıldız Sarayı'nda çok büyük bir kütüphane kurdurtmuştu. Bu kütüphane 4 bölümden oluşmaktaydı.Bunlar arasında; t-yabancı dillerde Türkiye ile ilgili yazılmış eserler: bunların içerisinde elyazması pek çok kitap vardır. Bunlar özel olarak tercüme ettirilerek telif hakkı ödenmiş kitaplardır. Dolayısıyla bunları basmak ve dağıtmak yasaktı ve tek nüshadırlar. Gazeteler: kütüphane, Avrupa'da çıkan bütün önemli gazetelere aboneydi. Dolayısıyla son derece zengin bir süreli yayın koleksiyonu mevcuttu. roman ve hikayeler: 6 bin kadar kitap özel olarak saray için çevrilmişti. Bu romanlar haremde de okunur ve elden ele gezer, sonra kütüphaneye teslim edilirdi. Mesela Carmen Silva'nın bütün eserleri mevcuttu. Kütüphanenin bir de Arapça ve Farsça eserleri içeren kısmı vardı ama bu kısım diğerlerine nazaran fakirdi. Coğrafya ve seyahatnameler: Yıldız Sarayı'na kapanmış bir hayat süren Abdülhamid'in dünyayı bu eserler sayesinde tanıdığı ve takip ettiği söylenir.
Hakkındaki görüşler
Özellikle Ermeni isyanını bastırırken kullandığı tedbirler nedeniyle batılı tarihçiler ve muhalifleri tarafından "kızıl sultan" diye anılmıştır.[38] Öte yandan, taraftarları onu "ulu hakan" gibi yüceltici lakaplarla anarlar.
Önceleri İttihat ve Terakki Fırkası içinde Sultan Abdülhamid'e karşı olan Filozof Rıza Tevfik ve Süleyman Nazif sonradan duymuş oldukları pişmanlıklarını şiirleri ile dile getirmişlerdir.[kaynak belirtilmeli]
Kızıl Sultan iddiası, Albert Vandal adlı bir Fransız yazar tarafından ortaya atılmıştı. Atılış sebebi, Abdülhamid'in Ermeni isyanlarını bastırtmış olmasıdır. Başta Birleşik Krallık ve Fransa olmak üzere Avrupa kamuoyunda Abdülhamid'in kan dökücü bir padişah olduğu propagandası başlatıldı.[39]
Projeleri
Gerçekleştirdiği projeler
Ordu'nun Modernleştirilmesi ve Donanmanın Durumu:
1879'da Osmanlı İmparatorluğu'nun hezimetiyle sonuçlanan 93 Harbi'nden sonra, Sultan II. Abdülhamid Rus Yayılmacılığı'na karşı Osmanlı Ordusu'nun modernlleşmesi gerektiğine karar verdi ve bu yayılmacılıktan etkilenen diğer ülke olan Almanya ile işbirliğine karar verdi. Aralarında sonradan Müşir rütbesi verilecek olan Baron Von der Goltz komutasında bir Alman askeri heyeti İstanbul'a geldi. Von der Goltz, askeri okullarda köklü reformlar gerçekleştirip genç subayların yetiştirilmesi için önkoşulları oluşturdu. Ancak bununla birlikte Von der Goltz, Türk generallerinin günümüze kadar dayanan, herkesten daha modern yöntemlerle eğitilmiş olma ve en yeni askeri teknolojileri takip etme bilincinin temel taşını oluşturdu. Mamafih, Prusya geleneğinin bir diğer temeli olan askerlerin sivil siyasete karışmama prensibini aşılamakta başarılı olamadığı Bâb-ı Âli Baskını ile ortaya çıktı.

II. Abdülhamid döneminde, borçların artmaması, genel durum vb. (ki gemiler hep borçlarla alınıyordu.) sebepler yüzünden Osmanlı donanmasının gücü azaldı. Osmanlı Donanması Haliç Tersanesi'nde kalmıştır. Bu dönemde dünyada ilk kez Osmanlı tarafından denenen Abdülhamid ve Abdülmecid zırhlı denizaltıları denemelerde başarılı olmuştur. Ayrıca, ilk deniz müzesi de bu dönemde açıldı. (1897)[40] Ancak, çeşitli sebeplerden dolayı Osmanlı Devleti denizaltı yarışına I. Dünya Savaşı'nda elinde tek denizaltı bile olmadan devam etmiştir. En uzun süre Bahriye Nazırlığı yapan Hasan Hüsnü Paşa döneme damga vurmuştur.[41]
Ordunun von der Goltz tarafından yeniden yapılandırılmasıyla birlikte Osmanlılar, Krupp ve Mauser gibi Alman şirketlerine ilk kapsamlı silah siparişlerini verdiler. Von der Goltz, Almanya'nın ve Osmanlı Devleti'nin Doğu'daki nüfuzunu garantilemek için Bağdat tren yolunun inşa edilmesini de destekledi. Bu fikir, yeni pazarlar bulmak için tren yollarının yapılmasını destekleyen Alman ekonomisinin çıkarlarıyla da örtüşüyordu. 1888 yılında Sultan II. Abdülhamid, Bağdat tren hattı inşası lisansını, Alman Bankası Deutsche Bank tarafından yönetilen bir Alman konsorsiyumuna verdi.
Osmanlı Ordusunun modern silahlar kullanmaya başlaması, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda hemen semeresini gösterdi. Osmanlı Ordularının Atina'yı tekrar ele geçirmelerine ancak Rus Çarı II. Nikolay'ın Sultan II. Abdülhamid'e haber göndererek, eğer derhal ateşkes sağlanmazsa Rus Ordularının Erzurum'a hücum edeceğini bildirmesi engel oldu.
Eğitim
İlk kız okulları II. Abdülhamid zamanında açılmıştır. Nitekim bilgili bir kişi olan Abdüllatif Suphi Paşa'nın ilk defa bir kız sanat okulu açma teşebbüsünde tereddüt geçirmesi ve titizlenmesi üzerine Abdülhamid, Sen mektebi aç, ben arkandayım, diyerek açıktan destek vermiş ve çevresini, daima kızların okuması için ilk adımları atmaya teşvik etmiştir.
Osmanlı tarihinin en canlı eğitim hamlesi, Abdülhamid dönemine rastlar. Tahta geçtiği yıl 250 olan rüştiye sayısı 1909'da 900'e, 6 olan idadi sayısı 109'a çıkmıştır. 1877'de İstanbul'da sadece 200 tane modern ilkokul varken 1905'te 9 bine çıkmıştı.[42]

Abdülhamid döneminde yapılan Haydarpaşa Garı.
Ulaşım
Büyük ölçüde gerçekleşen projelerden birisi Hicaz Demiryolu'dur. Bu proje Almanların finanse edip Haydarpaşa-Ankara arasında gerçekleştirdikleri Bağdat Demiryolu'nun aksine, finansmanıyla, inşaatıyla, tasarımıyla, İslam aleminden toplanan bağışlarla tamamen yerli bir girişimin eseridir. Sirkeci ve Haydarpaşa garları Abdülhamid'in yaptırdığı önemli binalardır. Haydarpaşa Garı'nın yapımına 30 Mayıs 1906'da başlanmıştır.
1881'de 1780 km olan demiryolu uzunluğu 1907-1908 dönemine kadar 5883 km'yi bularak Abdülhamid'in hükümdarlığı boyunca üç misli bir artış göstermiştir.[43]

Abdülhamid döneminde yapılan Sirkeci Garı.
II. Abdülhamid zamanında bütün Anadolu'yu baştan başa dolaşacak bir karayolu ağının (şose şebekesinin) projelendirilip tatbikata geçirildiği çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. 1869 yılında getirilen bir sistemle halkın kara yollarının yapımına katılması sağlanmıştı. Buna göre 16-60 yaş arası erkek nüfus ile her hanenin sahip olduğu yük ve araba hayvanları senede 4 gün yol inşaatında çalışacaktı. Bu sayede inşaatın hızla bitirilmesi sağlanmıştır. Gümüşhane-Bayburt-Erzurum-Doğubeyazıt-İran kara yolu (1879) haricinde 12 bin kilometrelik bir güzergâha sahip Samsun-Bağdat şosesi 1895 yılına kadar tamamlanmıştı. Açılan yollar Samsun'a göçü başlatmış ve bu şehrin önemli ölçüde büyümesi Abdülhamid döneminde olmuştur.[44] Bursa için de durum böyledir. Hem şehir içi, hem de şehirler arası yollarla Bursa, yeniden bölgenin önemli bir karayolu kavşağı haline gelmiştir.
İletişim
İlk olarak 1877'de Posta Telgraf Teşkilatı konuya daha etkenlik kazandırmak amacı ile aynı isimle bakanlık haline getirildi. Ayrıca 27 Haziran 1900'de Posta Telgraf Teşkilatında ilk defa bir "havale kalemi" devreye sokulmuş, 30 Mayıs 1901'de Şehir Postaları kurulmuş, 30 Ağustos 1901'de ise postaların yerine daha hızlı ulaşabilmesi için demiryolları (o zamanki adı Şark Şimendiferleri) şirketiyle özel bir anlaşma yapılmıştır. Telefon ise Avrupa'da kullanılmaya başlandığı tarihten (1876) sadece 5 yıl sonra, yani 1881'de İstanbul'a getirilmiş ve sınırlı da olsa istifadeye sunulmuştur. Telgraf hatları döşenmesine onun zamanında hız verilmiş, hatta bu hatların her birinde meteorolojik gözlemler yapılması için talimat verilmiştir. Böylece telgraf hatlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, hatların ulaştığı noktalardaki hava durumunun merkeze bildirilmesi imkân dahiline girmekte, böylece bu çabalar çağdaş 'hava durumu' raporlarımızın başlangıcını oluşturmaktadır.

Sağlık
1899 yılında, halen faaliyette olan Şişli Etfal Hastanesi'ni kurdu.
Sosyal yardımlaşma
25 Mart 1906 tarihli fermanıyla Okmeydanı'ndaki Darülaceze'yi kurdurmuştur.

Gerçekleştiremediği projeleri
II. Abdülhamid 20. yüzyılın başlarında İstanbul'da Haliç'e, dahası Boğaziçi'ne birer köprü yaptırmayı düşündü, bunun için projeler hazırlattı. Ferdinand Arnodin (1845-1924) adlı Fransız mimarın 1900 tarihinde bir, Boğaziçi Demiryolu Kumpanyası'nın iki Boğaz köprüsü projesi, gerçekleştirilememiş olsa da, en azından belgeleri, çizimleri, resimleri bulunmaktadır.[46][47]
Gerçekleşemeyen ama projesi çizdirilen, fizibilitesi çıkartılan ve ihalesi yapılarak inşasına başlanan projelerden birisi de Yemen Demiryolu'dur. Raporu 1898'de o zamanlar Yemen Valisi olan (sonradan Sadrazam olan) Hüseyin Hilmi Paşa vermiş ve 1913 yılında inşasına başlanmıştır. Ancak İtalyan kuvvetlerinin Yemen'deki Cibana limanını topa tutmasıyla çalışmalar durmuş ve proje iptal edilmiştir.

Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Gelişmeler
II. Abdülhamid'in padişahlığı döneminde sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelerden bazıları şunlardı;
1. Mülkiye(Siyasal Bilgiler), Fakülte düzeyine getirilerek açıldı
2. Memurlara sicil tutulmaya başlandı
3. Eski Eserler Müzesi açıldı
4. Hukuk Fakültesi açıldı
5. Muhasebat Divanı (Sayıştay) kuruldu
6. Güzel Sanatlar Fakültesi açıldı
7. Ticaret Fakültesi açıldı
8. Yüksek Mühendislik Fakültesi açıldı
9. Dârülmuallimât(Kız Öğretmen Okulu) açıldı
10. Terkos Suyu hizmete girdi
11. Bütün yurtta İdadiler (Lise) açılmaya başlandı
12. Ziraat Bankası kuruldu
13. Bursa'da İpekhane açıldı
14. Halkalı Ziraat ve Veterinerlik Fakülteleri (Halkalı Ziraat ve Baytar Mekteb-i Âlisi) açıldı
15. Bursa Demiryolu hizmete girdi
16. Aşiret Okulu açıldı
17. Bütün yurtta Rüşdiyeler (Ortaokul) açılmaya başlandı
18. Kudüs Demiryolu hizmete girdi
19. Ankara Demiryolu hizmete girdi
20. Hamidiye Kağıt Fabrikası kuruldu [49]
21. Kadıköy Gazhanesi kuruldu
22. Beyrut'ta liman ve rıhtım inşa edildi
23. Osmanlı Sigorta Şirketi (Osmanlı Umum Sigorta Şirketi) [50] kuruldu
24. Kadıköy Su Tesisatı hizmete girdi
25. Selanik-Manastır Demiryolu hizmete girdi
26. Şam Demiryolu hizmete girdi
27. Eskişehir-Kütahya Demiryolu hizmete girdi
28. Galata Rıhtımı inşa edildi
29. Beyrut Demiryolu hizmete girdi
30. Darülaceze(Kimsesizler yurdu) hizmete girdi
31. Mum Fabrikası kuruldu
32. Afyon-Konya Demiryolu hizmete girdi
33. Sakız Adası'nda Liman ve Rıhtım inşa edildi
34. İstanbul-Selanik Demiryolu hizmete girdi
35. Tuna Nehri'nde Demirkapı Kanalı açıldı
36. Şam-Halep Demiryolu hizmete girdi
37. Şişli Etfal Hastanesi hizmete girdi
38. Hicaz Telgraf hattı kuruldu
39. Hama Demiryolu hizmete girdi
40. Basra-Hindistan Telgraf hattı Beyoğlu'na bağlandı
41. Hamidiye Suyu hizmete girdi
42. Selanik'te Liman ve Rıhtım inşa edildi
43. Haydarpaşa Liman ve Rıhtımı inşa edildi
44. Maden Fakültesi açıldı
45. Şam Tıp Fakültesi açıldı
46. Haydarpaşa Askeri Tıp Fakültesi açıldı
47. Trablus-Bingazi Telgraf hattı kuruldu
48. Konya Ereğlisi'nde demiryolu hizmete girdi
49. Trablus Telsiz İstasyonu kuruldu
50. Bütün yurtta Telsiz İstasyonları kuruldu
51. Medine Telgraf Hattı kuruldu
52. Şam'da Elektrikli tramvay hizmete girdi
53. Hicaz Demiryolu hizmete girdi. 27 Ağustos'ta İstanbul'dan kalkan tren, 3 gün sonra Medine'ye ulaştı.
54. İlk rakı fabrikası Tokat Umurca açıldı.[51][52]
55. İlk bira fabrikası Bomonti açıldı.[53]
Ailesi
Eşleri
Kızı Ayşe Sultan'a göre, babası II. Abdülhamid'in 13 eşi olmuştur.[54] Bazı kaynaklara göre ise, bu sayı 16'dır.[55]
Kadın Efendileri
1. Nâzikedâ Kadınefendi: Başkadınefendi
2. Bedrifelek Kadınefendi: İkinci Kadınefendi
3. Safinaz Nurefzun: İkinci Kadınefendi
4. Bidâr Kadınefendi: İkinci Kadınefendi
5. Dilpesend: Üçüncü Kadınefendi
6. Mezîde Mestan: Üçüncü Kadınefendi
7. Emsal-i Nur: Üçüncü Kadın Efendi
8. Müşfika Kadınefendi: Dördüncü Kadınefendi
İkballeri
1. Saz-kar Hanımefendi: Baş İkbal
2. Peyveste Hanımefendi: İkinci İkbal
3. Fatma Pesend Hanımefendi: Üçüncü İkbal
4. Behice Hanımefendi: Dördüncü İkbal
5. Saliha Naciye Hanımefendi: Dördüncü İkbal
Gözdeler
1. Dürdane Hanım: Baş Gözde
2. Calibos(Caliboz) Hanım: 2. Gözde
3. Simperver(Nazlıyâr) Hanım: 3. Gözde
4. Nevcedid Hanım
5. Bergüzar
6. Levandit
7. Ebru
8. Sermelek
9. Gevherriz
Erkek çocukları
1. Mehmed Selim Efendi, Bedr-i Felek Kadın Efendi'nin oğlu
2. Ahmed Nuri Efendi
3. Mehmed Abdülkadir Efendi
4. Mehmed Burhaneddin Efendi
5. Abdürrahim Hayri Efendi, Peyveste Hanımefendi'nin oğlu
6. Ahmed Nureddin Efendi
7. Mehmed Bedreddin Efendi
8. Mehmed Abid Efendi, Saliha Naciye Hanımefendi'nin oğlu
Kız çocukları
1. Ulviye Sultan
2. Zekiye Sultan
3. Naime Sultan
4. Naile Sultan
5. Şadiye Sultan
6. Ayşe Sultan
7. Refia Sultan
8. Hatice Sultan - (10 Temmuz 1897, Yıldız Sarayı, İstanbul - 14 Şubat 1898), annesi Fatma Pesend Hanımefendi'ydi. 7 aylıkken difteriden vefat etmiş, Yahya Efendi Türbesi'nde defnedilmiştir. Abdülhamid, kızının ölümünden duyduğu üzüntüden dolayı hatırasına Hamidiye Etfal Hastanesini (günümüzdeki Şişli Etfal Hastanesi) yaptırmıştır.
9. Aliye Sultan (y.1900). Bebekken ölmüştür.
10. Cemile Sultan (y.1900). Bebekken ölmüştür.
11. Samiye Sultan
12. Saliha Sultan
Popüler kültürdeki yeri
• II. Abdülhamid adına yaptırılmış Kahramanmaraş Abdülhamid Han Cami
• Necip Fazıl'ın Ulu Hakan II. Abdülhamid Han adlı bir eseri bulunmaktadır.
• Okay Tiryakioğlu'nun Abdülhamid adlı bir eseri bulunmaktadır.
• Gazi Kadın/Nene Hatun (1973) filminde Ali Poyrazoğlu tarafından canlandırıldı.[56]
• Ferzan Özpetek'in yönettiği, 1999 yapımı Harem Suare filmi II. Abdülhamid'in son dönemlerini anlatmaktadır. Sultanı Haluk Bilginer oynamıştır.[57]
• Abdülhamid Düşerken (2002) filminde Çetin Öner tarafından canlandırıldı.[58]
• II. Abdülhamid'in Sultan Hasan olarak geçtiği ve Ömer Şerif tarafından canlandırıldığı 1986 tarihli bir televizyon yapımı bulunmaktadır.
• atv'de yayınlanan Elveda Rumeli isimli TV dizisinde Tuna Orhan tarafından canlandırılmıştır.
• TRT yapımı 7 bölümden oluşan II. Abdülhamid belgeseli vardır. Abdülhamid'in tahta çıkışından, tahttan indirilmesine ve ölümüne kadar geçen süredeki sosyal ve siyasi gelişmeleri anlatmaktadır. Yapımcılığını Abdurrahman Demirel, yönetmenliğini Salih Özderya üstlenmiştir. http://www.trt.net.tr/trtsales/pdf/ottomans.pdf
• Mustafa Armağan'ın Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı adlı iki ciltlik bir eseri bulunmaktadır.
• TRT'de yayınlanan Çırağan Baskını adlı dizide Burç Kümbetlioğlu tarafından canlandırılmıştır.
• TRT'nin 2014'te yayın hayatına başlayan Filinta dizisinin 2.sezonundaki yeni Padişahı Hakan Kurtaş canlandırmaktadır.[59]
• TRT'de 2017'de yayın hayatına başlayan Payitaht "Abdülhamid" dizisinde Bülent İnal tarafından canlandırılmaktadır.

Konular