Hürrem | Konular | Kitaplar

ÖNCE TARİH BİLMELİYİZ

İnsanlığınn yüz akı olan Osmanlı Devleti’nin duraklama devresine girmesinin sebebini, bir yazar şöyle izah (!) ediyor: “Nedeni çok açık. Şehzade Mustafa yerine Sarhoş Sarı Selim tahta geçmiştir de ondan.” Sayısız kitaplarda yer alan, okullarda okutulan bu hususu tekrar etmek, iki yüz yıldan beri Doğu’ya musallat olmuş fikir ve zihin tembelliğinin tipik bir ürünüdür.

İnsanlığın kaderinde müessir olan bir hâdiseyi, bir kişinin sarhoşluğuna veya beceriksizliğine ancak biz bağlayabiliriz; aradığımız sorunun cevabını bulmanın rahatlığıyla da uykuya yatabiliriz.

Zaten mesûliyetlerden rahatça sıyrılabilen bu hâlimiz, iki yüz yıldan beri Doğu’ya bir kurtarıcı bekletmiyor mu? O kurtarıcı da bir türlü gelmiyor; Doğunun mâkus tâlihi de sürüp gidiyor.

Günümüzde Doğu ile Batı arasında mühim farklar vardır; bunlardan birisi, işte bu noktada karşımıza çıkıyor. Bütün acı tecrübelere rağmen Doğu, hâlâ bir insandan çok şey bekler; onun zuhûru ile milyonlarca insanın kaderinin değişeceğine inanır.

Batı ise bir insandan çok şey beklemez; gücünün sınırlı olduğunu bilir; bir kişi tek başına bir cemiyeti ne batırabilir, ne de kurtarabilir. Cemiyetin kaderinde asıl âmilin, onun zihniyeti olduğunun farkındadır. Bunun için, zihniyetin çağa göre mâhiyet almasının üzerinde hassâsiyetle durur.

Şehzâde Mustafa bir an önce iktidara gelmek hırsıyla, babası Kanuni’yi tahttan indirmek istiyordu. İki kere teşebbüs etti; muvaffak olamadı. Af eden Kanuni ona şunları söyledi:

“Deden (Yavuz Selim) babasını tahttan indirdi. Sen de beni tahttan indirirsen, bu âdet hâline gelir. Her büyüyen şehzâdenin, ölümünü beklemeden babasının yerine geçmeye kalkması, Devlet-i Âliye’yi çökertir; fırsat bekleyen düşmanlarımıza da gün doğar.”

Bu sözler Mustafa’ya tesir etmeyip, tekrar babasını tahttan indirmeye kalkışınca, Şeyhulislâm’ın fetvâsı da alınarak, “Nizâm-ı Âlem’i bozmanın cezâsı” tatbik edildi.

Kanuni de her baba gibi yürek taşıyordu. Bir tarafta devlet sevgisi, diğer tarafta “Nizâm-ı Âlem”in omuzlarına yüklediği mesûliyet vardı. Yüreğinin sesini dinleyip, evlat sevgisini tercih etmesi onun için kolaydı; fakat bozulan düzen bir daha nasıl temin edilirdi? Temin edilse bile, nice mâsum insanın kanına mâl olurdu. Oğlunun cenâze namazını bizzat kendisi kıldırdı, göz yaşlarını tutamıyordu, hatta üç kere abdest tazelediği de rivâyet edilmektedir.

Zevcesi Hürrem Sultan’ın tesirinde kalarak, Kanuni’nin, oğlu Mustafa’yı boğdurduğu her vesîle ile yazılmaktadır. Hürrem Sultan’ın büyük oğlu şehzâde Bâyezid de Kanuni’ye karşı darbe yapmak istedi. Muvaffak olamayınca çocuklarıyla beraber kaçtığı İran’da cezâsını çekti. İddiâ edildiği şekilde Hürrem Sultan’ın padişahın üzerinde tesiri bulunsaydı, bunu büyük oğlu Bâyezid için de kullanırdı. Bu nasıl anne yüreğidir ki, sadece bir oğlu için çırpınıyor, diğerini umursamıyor!

Bir kanunu, bir teâmülü değerlendirirken o günün şartlarını göz önünde bulundurmak gerekir. Orta Asya Türk devletlerinde hâkan ölünce, tahtta hak sâhibi olanlar birbiriyle mücâdeleye girerlerdi. En liyâkatlisi diğerlerini bertaraf edip tahta oturur; ötekilerini de değişik bölgelere vâli tâyin ederdi. Merkez küçük bir sarsıntıya uğrayınca, tahtta hakkı bulunan taşradakiler istiklâllerini îlân eder; böylece de devlet parçalanırdı. Binlerce insanın kanıyla tekrar birlik kurulurdu. Vedîatullah, yani Allâh’ın emâneti telakkî edildiği için, Osmanlı’da tebaa (insanlar-halk) çok mühimdi; o bakımdan Kanuni, binlerce insanın yerine bizzat kendisi kurban vermeyi tercih etti. Ondan önce ve sonra, kurban devamlı başkalarından, bilhassa halktan alınırdı. Dünya tarihinde ilk defa bir hânedân kendisini kurban vermeye zorladı. Yüreği olan, idrâk edebilen herkes mutlaka, emsâli bulunmayan bu kanunu selâmlıyordur.

Hâsılı, önce tarih bilmeliyiz; aksi takdirde günümüzün köklerini yanlış yerlerde ararız.

(Tahlil, Mehmed Niyazi)

Fazilet Takvimi (18 Haziran 2000)


Konular